Doğu Batı düşünce dergisi, Sayı 106, Ağu-Eyl-Eki 2023
Bugün, bu 2023 yılında, kendisi hep aynı
adam olduğunu ne kadar ileri sürerse sürsün, İsmet Özel ile ilgili bir düşünsel
çabanın örtük ya da açık olarak sormadan edemeyeceği sorulardan biri herhalde
şudur: Hangi İsmet Özel? Türkçe şiir tarihinde tartışılmaz bir yer tutan
şiirlerin ve değeri hiçbir zaman yok olmayacak Şiir Okuma Kılavuzu[1]
adlı poetika kitabının yazarı olan mı, yoksa şu son yılların partikülarist
kürsü erbabı mı?
elimden
gelen bu ben iki kişiyim
çoğalmak
neyse ne azalmak zor
birisi
seni her an bırakıp gittiğim
öbürü
kan gibi tutulmuş seviyor
ağzındaki
acı alnındaki çizgiyim
gözlerine
kirli bir bulut getirdim
hiçbir
sevinç aydınlığı onu silemiyor
[Attilâ İlhan, “elimden gelen bu” adlı
şiirin ilk bölümü,
Yasak Sevişmek, 1968]
Yukarıdaki dizeleri, lirizminden çok, “ben
iki kişiyim” diyerek en yakıcı insan çatışkılarından birine üç sözcükle işaret
etmekteki başarısı için alıntıladım. Şiirdeki özne “elimden gelen bu” dediğine
göre, yarılmanın bilincindedir ve üstlenmektedir yarılmayı. “Ben iki kişiyim”
sözüyle birlikte bu dize, başa çıkamama, çıkmazda olma duygusuyla yazılmış bir
eğretileme olarak, birbirine zıt iki güçlü arzu ya da seçenek arasında çarmıha
gerilme durumuna işaret etmektedir. Hepimizin başına gelebilen, bazıları bir
ömür boyu süren insani durumlardan.
Ruhsal yarılma türlerinin oluşturduğu
eksenin belki en sade ucudur bu. Biraz daha güçlü bir noktada, modern şiirin
kurucu babalarından Baudelaire’in fikri var. O, Attilâ İlhan’ın Yasak Sevişmek’inden tam yüz yıl önce,
1868’de yayımlanmış olan L’Art Romantique
adlı kitabındaki “La Double Vie
(Çifte Hayat)” başlıklı yazısında, “Aramızda kim homo duplex değildir ki?” diye soruyor.[2] Bu
“homo duplex (ikili insan)”
kavramını, Baudelaire’in öldüğü 1867 yılında dokuz yaşında olan, sosyolojinin
kurucu babası Emile Durkheim da kullanacak, hatta aynı kavramı toplum
bilimlerinin temel taşı kılacaktır. Ve Dr.
Jekyll ve Mr. Hyde’ın[3]
gelip “Kurt Adam” arketipini desteklemesiyle eksenin en karmaşık ucu da
belirginleşecek. O arada Freud... Ama biz, ruhbilimcileri bırakıp şairlere
dönelim. Attilâ İlhan’ın yukarıdaki şiirinden yedi yıl önce, 1961’de, yani
İsmet Özel on yedi yaşındayken, Behçet Necatigil “Sanatçının Ruh Sayısı” konulu
bir konuşma yapmıştır.[4]
Modern insanın parçalanmışlığından yola çıkan bu konuşmanın meselesi sanatçının
birbirinden farklı birkaç alanda birden yoğunlaşmasıdır, vesilesi ise Gottfried
Benn’in 1950 tarihli Doppelleben
(Çifte Hayat) adlı kitabı... Almancanın en iyi çevirmenlerinden biri olan
Necatigil burada Baudelaire’in aynı başlığı taşıyan yazısından haberdar
görünmeksizin, Doppelleben’i “Çifte
Hayat” diye değil, “İki Ruhlu Adam” diye çevirmenin daha uygun olacağını
söylüyor. Ardından, “Gümrükçü” lakaplı, mesleği de gümrükçülük olan ünlü
Fransız ressam Rousseau dahil, sanatçı ya da felsefecinin gündelik hayatta
tamamen farklı bir başka meşgalesinin daha bulunduğu birkaç örnek vererek,
“antisentezci” dediği Gottfried Benn’e karşı çıkıyor. Necatigil’e göre
meşgalelerden her biri bir başka “ruh”tur. Bu bapta Dr. Jekyll örneğini de anıp
geçtikten sonra, B. Necatigil olarak kendisini sanatçının “ruhu” ile yapıtın
“ruhu” arasında bütünlükten yana, “tek ruhlu birisi” olarak tanımlıyor... Onun bu
sentetizmi İsmet
Özel’in “aynı adam” iddiasını çağrıştırmıyor diyemem. Gerçi Necatigil’in gerek
yaşamında gerekse yazdıklarında, bir dönemsel kopuşlar şampiyonu olan İsmet
Özel’le karşılaştırılamayacak ölçüde “tutarlı” bir panorama çizdiği biliniyor.
Yine de ruhsal yarılma ekseninin büsbütün dışındadır diyebilir miyiz,
kesinlemek zor. Ancak eksenin en “sade” ucuna yakın olduğu öne sürülebilir, son
bir atılımla Yunus’un “Bir ben vardır bende...” diye başlayan o en müthiş
dizesini hatırla(t)saydı keşke, diye ekleyerek.
Peki, ya İsmet Özel’in ruh sayısı?
Şiire 1960’ların başlarında, on sekiz
yaşındayken, nihilizan bir tavırla başlamıştı. Nihilizmden henüz pek az
haberdar olduğumuz bir dönemde, İkinci Yeni’nin yarattığı serbestlik alanında,
kendine özgü bir reddiyeci imgecilikle örülüydü şiirleri; “tanrım, Pekos Bil’im
gözet beni”. Kendi hakikatinin peşinde olduğu sezilen bir şiirsöz; gece’nin –ki
ruhbilimden anlayanlar ergenlik ve ilk gençlik çağının ortamıdır derler “gece”
kavramı için-, çocuklar’ın, kara’nın, korku’nun ve kuşlar’ın yeri. “Bakmaklar”
şiiri çok şey anlatır, “Geceleyin Bir Korku” da öyle.
Bu ilk döneme ait şiirlerini içeren kitabı,
1966’da çıkan Geceleyin Bir Koşu’dur.
“Korku”lu şiir “Koşu”ludan çok daha güzel ve güçlü olduğu halde, kitabın adı
olarak “Koşu”nun seçilmesi belirtisel sayılmalı: Bir tür hız, yeni hayat ve güç
kazanma arzusunun belirtisi. Bu kitapta oluşturduğu dil, Özel’in sonradan
sırasıyla sosyalist, İslamcı ve Türkçü sıfatlarının bayraktarlığını yaptığı
yılların şiirlerinde köklü bir değişikliğe uğramayacak, yine de yüzeyde bazı
sızmalar görülecektir.
Kitabın yayımlandığı 1966 yılında İsmet
aslında aynı çevredeki çoğumuz gibi sosyalist devrimciliğin bayraktarlığını
yapmaya başlamıştı. Bu ikinci dönemin ilk şiiri olan “Partizan”, 1965 yılının,
yani ilk kitaba girebileceği bir yılın tarihini taşır. Ancak, işaret ettiği dönemeçten
ötürü, ona değil, ikinci döneminin kitabına, yani Evet, İsyan’a girmiştir (1969).
Belirtmeden geçmemeliyim: Özel’in hayatına
toplumsal-siyasal tavrı açısından baktığımızda “İslamcı” ya da “Mütedeyyin”
sıfatıyla anılan dönem, ikinci değil, üçüncü dönem olmaktadır. Örneğin, Enis
Akın “mütedeyyin bir hareket noktası olan İsmet Özel’in ‘batılı’ düşünce
dünyasına yakın durması çok ilginçtir” [5]
derken, tarihsel gerçekliği tersinden almış oluyor: Hareket noktasında Özel ne
“mütedeyyin”dir, ne de sosyalist.
Yukarıda belirttiğim üzere, nihilizan bir bağlantısızlık içindedir.
“Batı”nın düşünce dünyasıyla ise baştan bugüne her zaman ilgili oldu, o dünyanın
serbestlik alanını kullandı. Ancak, emperyal içerikli “Batı/Doğu” kavram
çiftine karşı durmak yerine yalınkat bir Batı karşıtlığından güç almaya çalışan
bazı kürsü erbapları gibi o da kendine özgü bir “yerli” odak kurup oranın vaizi
olmaya yönelmiştir. Tutunduğu hiçbir dalı tam olarak beğenmediği, dünyaya kusur
bulmak için gelenlerden olduğu doğrudur, mükemmeliyetçiliği konusunda
Selahattin Yusuf’a katılmamak zor.[6]
Sosyalist devrimcilik ve ardından gelen
İslamcılık, zamanın ruhuyla açıklanabilecek tutamaklar. İslamiyet zaten
burnumuzun dibinde bütün bir toplumsal-tarihsel kültür olarak mevcuttur. Özel
için İslamiyet bağlantısı babında güçlü bir etken olarak, İkinci Yeni kökenli
Sezai Karakoç’un cazibesi de anılabilir. Ancak, Karakoç’un kişi olarak kendini
kuytuda tutan derviş tavrında, parlak ve popüler kürsü erbabıyla
karşılaştırmaya elverir pek fazla öğe bulmak mümkün değil.
Özel’in son yıllarda yayımlanan metin ve
konuşmalarında komplocu düşünme tarzının payı gitgide daha belirleyici dozlara
ulaşmış durumda. Gerçi tıpkı paranoyak olmanızın takip edilmediğiniz anlamına
gelmemesi gibi, komplo teorisyeni olmanız da emperyal odakların sizi
zayıflatmak için elinden geleni yapmadığı anlamına gelmez. Gelgelelim,
özellikle iş her şeyi -biz 68’lilerin sosyalist oluşumuzdan tutun, 1993’te
Sivas Madımak’ta insanların canice yakılmasına tepki göstermeye kadar her şeyi-
komplo teorilerine sığınarak açıklamaya varınca[7],
eksen büsbütün çatallanıyor.
Kökleri gözden kaçırmanın yarattığı
sakıncaların az çok kendini gösterdiği kitap boyu bir çalışma olarak, Hüseyin
Etil’in İsmet Özel ve Partizan adlı
kitabını anmalıyım.[8] Etil
burada Özel’in şiirlerini ve şiir dışı tavırlarını bütün dönemleriyle
kapsayacak bir kavram olarak Carl Schmitt’in “partizan”ını esas alıyor.
İsmet Özel 1965 yılında “Partizan” adlı
şiirini yazdığı sıralar bu sözcük, en azından belirli bağlamlarda ve Özel’in
kullanımında, daha sonra olacağı gibi yandaşlığı ya da sıradan ve sorgulamasız
bir tarafgirliği değil, Carl Schmitt’teki anlamıyla savaşçılığı da değil,
Hitler ordularının saldırıları altındaki Sovyet ve İtalyan antifaşist
gerillaları, Nâzım’ın “Tanya” adlı şiirini[9],
İtalyanların “Bella Çav” şarkısını çağrıştırıyordu. Dahası, 1960’lı yılların
ikinci yarısında dünya ortak kültüründe “partizan” sıfatının yerini
“gerilla”nın aldığı ve gündelik hayatta sözcüğün bugünkü anlamını kazanmaya
yöneldiği bir süreç yaşanıyordu. Antifaşist mücadelelerin yerini artık
antiemperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin aldığı bir dönemdir o. Vietnam,
Küba, Cezayir kurtuluş savaşları 68 kuşağının dilinde “partizanlar”ın değil,
Che ve Ho Amca ile simgelenen “gerilla”ların yeriydi. İsmet’in “Partizan”
şiirini yazdığı uğrak tam bu dönüşümün sıcağına denk düşer. 70’ler dönemecine
yaklaşılırken 68 kuşağı, Carl Schmitt’in “partizan”ından haberdar olmaksızın,
önce demokratik devrim ile sosyalist devrim fikriyatı arasında, hemen sonra
sınıf mücadelesi ile silahlı mücadele arasında, ardından da şehir gerillası ile
kır gerillası arasında bölünen tartışmalar yaşadı. İsmet’in de dahil olduğu
arkadaş grubu olarak biz, tarihsel sempatilerimiz saklı olmak kaydıyla, sınıf
mücadelesinin dışına düşecek bir silahlı mücadeleden yana değildik. İsmet 12
Mart 1971 darbesinde Halkın Dostları
dergisinin sorumlu müdürü olarak Emniyet’e gidip ifade vermek zorunda
kalacaktı. Emniyet’te geçirdiği ilk –ve sanıyorum son- gecesi ise, 1965
yılındaydı: “Partizan”ı yazdığı yıl. Bir grup arkadaşla birlikte çıkardığımız Dönüşüm dergisini bulvarda satarken
“ülkücüler”in saldırısıyla çıkan kavgada polis bizi toplamıştı. O gün
İsmet’in de gözaltında olduğunu çok net hatırlıyorum. Ertesi gün nöbetçi hâkim
bizi serbest bırakmıştı, o sıralar gözaltı süresi yirmi dört saatten ibaretti.
“Partizan” şiiri tıpkı ilk kitap Geceleyin Bir Koşu’daki bazı şiirler
gibi tek kelimeyle bambaşkadır, ilk okuduğum andan itibaren etkilendiğim,
ezberime yazılmış şiirlerden. Bir kesitin üzerinde özellikle durmalıyım:
............
Artık
yırtarak açtığımız zarflarda
ne
kargış, ne infilâk
yalnız
koynunda
çaresiz, çıplak
isyan
işaretleri taşıyan
bir
ergen cesedi.
..............
“Ergen cesedi” sözü alabildiğine çarpıcı,
daha doğrusu, şiirin güncelliği içinde tuhaftı. 1965 yılında buralarda gençlere
epeydir kıyılmıyordu çünkü, kıyımlar 1968’de, Vedat Demircioğlu’nun öldürülmesiyle
başlayacaktı. Peki, nereden çıkmıştı bu imge, bu “ergen cesedi” ve birkaç dize
sonra “her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor” dizesi? Belki tıpkı Metin
Altıok’un biliciliği gibi bir tür bilicilik[10],
belki de bir eğretilemeydi söz konusu olan; “ergen”, gerçek anlamıyla değil,
mecazi anlamıyla ölüyor, yerini genç devrimciye bırakıyordu belki.
Ergenliğinden sıyrılan “ben”, ‘biz’ oluyordu “gırtlağımızda”. Ya da öldürülen,
ergenin en doğal ve en tabu halleriydi, sonradan “savrulan/ savrulan savrulan
ergen ölüleri gibi”. Aynı şiirdeki “Beynimde korkunç bir vida olarak/ ergen
ölüleri” dizelerini birkaç yıl sonra arkadaşlarımız gerçek anlamıyla
öldürüldükçe hatırlayacaktık ama, “ergen” sözcüğünü “genç” diye anlamak yine
zordu. Ve aynı şiirdeki “korku ve cüzzam/ korku ve cüzzam/ korku...” dizeleri
bütünün içinde fazla gelmişti, ya da yine, tuhaf...
İsmet 1960’ların güncelliğinde silahlı
mücadeleyi reddedenlerin yanındaydı, sanıyorum daha sonra da hep öyle oldu.
Aradan yarım yüzyıldan fazla zaman geçtikten sonra bugün, onun İslamcılığı ve
Türkçülüğü dahil bütün dönemlerini açıklama çabası açısından Etil’in önerdiği
türden bir “partizan” üstbaşlığı, Özel’in hararetini gösterebilmesi açısından
cazip olsa da, özellikle Schmitt’in bağlamları açısından pek yerinde
görünmüyor. Özel’in bazı yazı ve video konuşmalarından eksik etmediği belirli
klişelerde, ortalama toplumsal zihnin birikmiş şovenizmini okşamaya yetecek
sıradan bir partizanlık dozunun varlığı herhalde açıktır. Ancak, Özel’in her
tutunma girişimini bir problematikler yumağı halinde yaşadığını, her
mensubiyetini kendi kişisel soru ve terimleriyle ortaya koyduğunu, dolayısıyla
İstiklâl Marşı Derneği’nde de zirveye çıkmış bir partikülarizmi olduğunu
eklemek gerekir.
Öyle görünüyor ki Özel’deki “ruh çokluğu”, yorumda bazı maddi
hatalara da yol açabilmektedir. Örneğin, Sevda Geçen imzalı bir sempozyum
bildirisi, Özel’in “Evet, İsyan” adlı şiirinde yer alan “göğsünde hazin ayak
izleri eski Şubatların” dizesindeki “Şubat” sözcüğünü 28 Şubat 1997 tarihli
“postmodern darbe” olayına gönderme olarak yorumluyor.[11]
Oysa şiir 1967’de yazılmıştır, yani Geçen’in andığı olaydan tam otuz yıl önce!
Bu hatanın tekil değil belirtisel olduğunu söylemek zorundayım; tıpkı Özel’in
devrimcilik sonrası dönemlerde kendisi için yinelediği küçük harfli “aynı
adam”lık iddiası gibi Geçen’in yazısına da İslam “devrimciliği” ile sosyalist
devrimciliği özdeşleştiren bir tarihdışılık egemen.
Belirli tarihlerden söz etmişken “Ekim”
ayına da değinmek yararlı olabilir. İsmet Özel “Aynı Adam” adlı şiirini
1968’de, yirmi dört yaşındayken yazmıştı. O şiirde “Aynı adam Ekim günlerinden
beri gümbür gümbür gelirim” diye konuşan özne, “Ekim günleri” derken, Rusların
eski takvimiyle 7 Ekim’de gerçekleşen 1917 Bolşevik Devrimi’ni kastetmektedir.
Saçlarındaki tozların devrilmiş sarayların dumanlarıyla savrulması gibi,
sonradan T.S. Eliot’ın “nesnel karşılık” kavramıyla bir arada düşüneceğim nice
güçlü imge, İsmet’in o dönem yazdığı şiirlerde sosyalist devrimi ve devrimci
sınıfı anlatır. Aynı şiirdeki “Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum” dizesinde
konuşan, hem bir devrimcidir, hem de devrimin ta kendisi.
.......................
Rimbaud 1871 Paris Komünü’nü destekledikten
ve sınır tanımayan tutkularını yaşadıktan sonra yirmi yaşındayken şiiri keskin
bir jestle bırakıp Afrika’ya giderek silah ticareti vb. işlere karışmıştı.
İsmet Özel ise çok sonraki bir yaşında, bırakacağını ilan etti ama, bırakamadı.
Jesti pek keskin de değildi zaten, “Bir Yusuf Masalı”na yoğunlaşacağını
söylüyordu.
Rimbaud bağlantısını boşuna kurmuyorum.
Batı’nın şiirini çok genç yaşlarından itibaren gerçek bir merak ve kavrayışla
izleyen İsmet Özel’in “Of Not Being A Jew” adlı ünlü ve uzun şiiri şu dizelerle
başlar:
İniyorum
kulelerinden katil
iniyorum
maktul minarelerden
taraçadan,
bahçeden
ilk
tanıyı bulanların indikleri her yerden
ilk
tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
değdikçe
ayaklarım merdiven alçalıyor
açılıyor
leşlerin, atmıkların cesurane
canlıların
korka korka uzandıkları zemin
......................
Ve Rimbaud’nun Komün’le aynı yıl (1871’de)
yazdığı ünlü ve uzun “Sarhoş Gemi”nin ilk dizeleri:
İniyorken
kayıtsız nehirlerden,
Baktım
yedekçilerim yok yedeğimde:
Çığırtkan
yerliler hedef yapmış onları
Rengârenk
direklere bağlayıp çırılçıplak.
Umrumda
bile değildi o hamallar,
Flaman
buğdayıdır İngiliz pamuğudur.
Yedekçilerimle
bitince patırtılar
Nehirler
bıraktı beni arzu ettiğim yere.[12]
Yakınlık bu ilk dizelerden ibaret değil,
atmosfer meselesi var, ‘ben’ meselesi var, her birinin kendi sesiyle yarattığı.
Nazire açık. Ama Rimbaud, Özel’in bağlantı kurduğu tek büyük şair değil.
Baudelaire LXXVI no.lu “İç Sıkıntısı”na “Sanki bin yıl yaşadım, o kadar hatıram
var” diye başladıysa, Özel ona “Altmış sene yaşadım bir tek anım bile yok”
dizesiyle karşılık verecektir.[13] Waldo Sen Neden Burada Değilsin adlı
kitabında, hangi şiirsözlerini Carl Sandburg, Nâzım ve Boris Pasternak’a
nazire/itiraz olarak yazdığını anlattığı bir paragraf, “Şairlerle savaşa
giriyorum” diye başlar.[14]
Ve dev şiiri “Savaş Bitti”[15]
biraz da o paragrafta anlattığı savaşa gönderme.
En genel düzlemde düşünürsek, sözüne ve
şiirsözüne mekân ya da yaşam alanı olarak dilin derin yapısından çok, yüzey
yapıyı seçmiş ve oraya demir atmıştır. Slalom yapan usta kayakçılar gibi,
engebeli dil yüzeylerinde yoluna dikilmiş engellere değmeden, manevra yaparak
geçer. Değmemesini sağlayacak, her dilden ansiklopedik bilgiyle donatır
zihnini, yeri geldikçe onları kullanır, kabul ya da reddetmek için. Rembrandt’ı
değil de Velasquez’i, Schubert’i değil de Liszt’i seçtiğini söylerken
fiyakasından geçilmez. İsim geçirme şampiyonudur. Şiirsözü, Basil Bernstein’a
borçlu olduğumuz “geniş kod” kavramının görülmemiş yükseklikteki derecelerine
kadar çıkar. Bu işleyişin iki zayıf yönü vardır: “kişi yönlü geniş kod”un bazen
fazla kaçması ve etik altyapının pekişmemesi. Uzlaşımsal göndergeleri atlama
tahtası olarak kullanmakta, intihar edercesine cüretkârdır.
“Şeyh
uçmaz, mürit uçurur” sözünü doğrularcasına kendisini büyülenmiş bir zihinle
dinleyen müritlerinin vecdi karşısında Özel de bazen vecde kapılıyor ve mutlak
bir özgüvenle mitler yaratıyor. Onun böylece oluşan bir faşizmi var. İmgesinin faşizmi ne kadar
taşıyabileceğini sınıyor gibi. Nefret sözleri, ırkçılık, antisemitizm ve kadın
düşmanlığı, söyleminden eksik olmuyor. “Allah Türkleri Diğer Milletlerden Üstün
Yarattı” diyor[16].
Üstünlük iddiası, ırkçılığın bir numaralı özelliği. Partikülarizmini en çok besleyen, sözünün yerli yersiz her dönemecine
yapıştırdığı klişeleşmiş “Müslüman, gâvur, kâfir, düşman” gibi sıfatların
kullanımı, mecaz iddialarını boşa düşürüyor. Oysa 1965 tarihli “Partizan”
şiirinde “gâvur” sözcüğü “sevdamızın” sıfatıydı ve düşmanlık değil, yabancılık,
yenilik anlatıyordu: “Alanlara çok
bilenmiş yüreğim alanlara/ vurulsun kösleri şu gâvur sevdamızın”. Kös:
tören davulu. Kös vurmak: [Töreni] başlatmak.
...........................
Alımlayıcı olarak, her tür sözü hem dizimsel
hem dizisel boyutta izlememizi sağlayan belirli bir birikime dayanırız.
Zihnimiz bu sayede, okumanın/ dinlemenin/ izlemenin her ânında bir sonraki
birimi de az ya da çok “tahmin” etmek anlamındaki bir mikro hazırlıkla
karşılar. Özel’in şiirsözü gibi, şiir dışı sözü de[17]
bu mikro hazırlık aşamasından yararlanarak, o hazırlığa ters takla attırarak
yol alır. Örneğin, “toparlanın” sözcüğünü duyan Türkçe konuşurunun zihninde, bu
sözcüğün ardından gelecek olan yüklemin “gidiyoruz” gibi bir şey olacağı
beklentisi doğar. Oysa Özel “toparlanın” sözcüğünü o alışılmış, yerleşik
‘gidiyoruz’la değil, “gitmiyoruz” yüklemiyle tamamlayacaktır. Şaşırtmaca, bazen
şok yaratıcı ölçülerdedir.
Özel’i okurken, yine de burada gerçek bir
şey var duygusu yakanızı bırakmaz. Ancak, tekinsiz, önünüz sıra kaçıp giden bir
şeydir o gerçek gibi olan. Gerçeğin hazır bulunması olasılığı, iması,
süreklidir, ilgiyi hep diri tutar, ama bazen de gözden büsbütün kaybolur,
onunla birlikte, olasılık da. Söz böyle kesitlerde büyük olasılıkla bir örtmece
işlevi üstlenmektedir, ya fazla kişisel sularda yüzdüğü, ya da şairin salt
dilsel ustalık yoluyla kendini okutma başarısından duyabileceği haz için.
İsmet, şaşırtmanın hem korku hem de haz
yarattığını çok erken fark etmiştir. Şaşırtmacanın çok çeşitli örnekleri,
alabildiğine geniş çerçevelerden, bazen fazlasıyla çocuksu, bazen trajik, bazen
de yabancısı olduğumuz, kişisel deneyimleri sezdirerek çıkar karşımıza.
Kültürel göndermeler, hafiften ironist ve fantezist bir hava içinde belirli bir
olağanüstülük duygusuna dayanaklık eder. Kişilerin mensubiyette aradıkları ve
kısmen de buldukları gücü o da aradı. Tarihsel olarak olanaklı başlıca
toplumsal yücelme türlerine, uçlarda dolaşacak ve bir gün kopacak kadar fazla
sarıldı.
.............................
1970 yılında devlet bursuyla öğrenci olarak
gittiğim Fransa’da, Fransızca öğrenmeye çalıştığım ilk yıl bir kitapçının önünde
sandıklara yığılmış kopuk kitap parçaları, sayfalar, fasiküller görmüştüm.
Kiloyla ve çok ucuza satıyorlardı. Sanıyorum matbaalardan ve tasfiye edilen
kütüphanelerden gelen artıklardı bunlar. Seçmek yoktu, kiloyla alıyordunuz, ne
çıkarsa bahtınıza. Çok çeşitli kitap ve dergilere ait parçalar olurdu
içlerinde. Bir ara dikkatimi çekti, 20. yüzyılın ilk onyıllarında basılmış bazı
fasiküllerde, başta antisemitizm olmak üzere ırkçılık bir fırtına halindeydi. O
fırsatla öğrenmiştim, birinci dünya savaşı ertesinde hüküm süren
fenomenlerdenmiş, birkaç yıl sonra Almanya’da olacakların habercilerinden.
İsmet Özel’in şu son zamanlarda internette izlenebilen şiir dışı konuşma
kayıtları ile yazılarından bazıları bende o Paris kitapçısının kiloyla sattığı
fasikülleri çağrıştırıyor. Öyle görünüyor ki dinle bir ilgisi olsun olmasın
çoğu partikülarist vaizin değişmez ırkçı üstünlükçü motiflerinden o da paçasını
kurtaramamıştır.
Tarihsellik ve tarih dışılık son otuz kadar yıldır Özel’in yazı ve
konuşmalarını gitgide daha fazla zorlayan, hafiflettikçe hafifleten bir mesele.
Çoğu popüler kürsü erbabı gibi o da Türklük ve İslamiyet temelinde, tarihsel,
toplumsal ve dilsel olgulara ilişkin, bazen şok etkisi yaratacak birtakım
fetvalar veriyor: “Müslüman
teröristtir, Müslümanın ilk vazifesi terörist olmaktır... kâfirler Müslümandan
korkacaktır. Korkmadığı zaman, Müslüman Müslüman değildir”[18]
vb.. Şiirlerinde yarattığı büyüye
kendisini kaptırmış, şiir dışı söyleminde de “Kürtler Türkleşmezse ve
Aleviler Sünnileşmezse, Türkiye Cumhuriyeti haritadan silinir”[19]
gibi hükümlerle boyuna kurmacalar
oluşturan bir Özel var karşımızda. Kesinleme kipinde kurulmuş kurmacalar. Öyle
ki, bu son dönemine “kurmacalar dönemi” bile diyebiliriz. Bunlardan bazıları
dil alanında: “Türkçe Kur’an-ı Kerim’den doğdu” diyen odur.[20]
Tam olarak, “Türkçe dediğimiz lisan, dolaylı olarak değil, doğrudan doğruya
Kur’an-ı Kerim’den doğdu” diyor. Osmanlıcanın kullandığı, Türkçeye uyarlanmış
Arap alfabesini “Türk alfabesi” adıyla yeniden devreye sokma çabası da bu
çerçevede. Postmodern kurmacaları çağrıştıran bir çaba.
Zorlanmanın bu türünü dünya edebiyatında
galiba en çok Ezra Pound’la ilgili olarak biliyoruz. Ezra Pound’un, hem şair
hem de kürsü erbabı olarak İsmet Özel’le ortaklaşan yönleri var. İkisi de,
şiirde ve poetikada benzersiz birer yenilik ve mükemmellik ustası iken
paçalarını komplo teorilerine kaptırmış birer faşizan hatibe dönüşmekle ünlü.
Aralarındaki başlıca fark, Özel’in kürsü erbabı olarak partikülarizminin –ve
herhalde Pound’un tersine savaşın sıcağında yaşamıyor oluşun- ona sağladığı dallanıp
budaklanma olanağı sayesinde bazen, mutlaktan kaçış yollarını
kullanabilmesidir:
“Takvim şeridi boyunca Wagner’in veya
Brahms’ın, Picasso’nun veya Matisse’in, Baudelaire’in veya Ziya Paşa’nın
tarafını tutmak zorunda değiliz. Mecbur olduğumuz muktedirlere yaltaklananların
kirlenmişliği bilincidir.”[21]
Sanıyorum, “mecbur olduğumuz”un virgülle
ayırılması gerekiyordu...
İsmet Özel’i “lanetli şairler” sınıfına
dahil edenler oldu. Lanet ona ilk kez 2 Temmuz 1993 Sivas katliamının hemen
ardından yazdığı köşe yazısıyla yöneldi. Köşe yazarlığı bizim toplumda sayısız
yazarın gelip geçtiği bir kasabadır. İsmet Özel de yıllarca o kasabada
konakladı, medyatizminin ilk kanalı oldu o yazılar. Ardından sözlü ve görsel
kanallar geldi. Bugün, bu 2020’li yıllarda, youtube
gibi video kanallarında kısalı uzunlu sayısız konuşmasını izlemek mümkün, pek
azı şiir alanında olmak üzere. Sınırsız bir özgüven, seyirlik bir performans ve
kurnaz bir zekâ size bu ortamlarda mutlak hayranlık ya da tuhaf bir ilgiyle
bağlı müritler sağlıyor. Bunun onyıllardır asıp kesen çeşitli örneklerini
biliyoruz. Aralarında şair olanları pek az.
Şair ve partikülarist vaiz. Trajik
yarılmanın iki tarafı. Trajik, çünkü süreç, intihar fikrini de içermiştir.
Ölüm, ceset, ergen, çocuk, intihar...
“Lanetli Şairler”. Dünya edebiyatında bu gruplandırma Paul
Verlaine’in 1884 yılında aynı adla yayımlanan kitabını akla getirir. Verlaine
bu sıfatı aralarında kendisi ile Rimbaud’nun da bulunduğu altı şaire
yakıştırmışsa da[22] aynı
sıfat aradan geçen yüz yılı aşkın süre içinde başka şairler için de
kullanılmıştır.
İsmet, dünya şiiri ile şiir düşüncesini
erken yaşlarından itibaren tutkuyla izlemesinin yanında, şiirlerinde ve şiir
dışı yazılarında Fransızca ve İngilizce öğelere başvurmayı bazen bir yabancılaştırma,
bazen de farklı bir dolayım yaratma yordamı olarak kullanageldi. İslami kültürü
ve Türklüğü öne çıkardığı dönemlerinde bu özelliği değişmedi, yalnızca aynı
eğilime Osmanlıca öğeler eklendi. Batı dilleri ve kültürleriyle ilgili öğeler
kendilik imgesine katkıda bulunuyor olmalı ki, onlara da yenilerini eklemekten
kaçınmıyor, şiir dinletilerine “resital” adını veriyor, vb. 1960’larda birisi
çıkıp, hiçbirini kaçırmadığımız “şiir geceleri”ne ‘resital’ demeye kalksa
herhalde bizi bir gülme tutardı. Postmodernizm bir şeyleri gerçekten
değiştirmiş olmalı.
“Of Not Being A Jew” adlı şiirine kayıtlı,
Rimbaud’dan başka iki “lanetli şair” daha vardır: Eliot ve Pound. Henri Michaux
da, İsmet Özel’in bir başka şiirine kendi adıyla kayıtlıdır.[23]
Eh, bu yazıyı Verlaine’in, çağdaşı olan başlıca şairleri konu alan kitabına
yazdığı kısa sunuşun bitiş cümleleriyle noktalamak farz oldu artık. Şöyle diyor
o şairler için Verlaine:
“İmgelemde sınırsız, anlatımda mutlak, iyi
yüzyılların Reys-Netos’ları[24]
gibiler.
Lâkin lanetliler! Karar sizin.”[25]
[1] İsmet Özel, Şiir Okuma Kılavuzu, 2. Baskı, Çıdam Yay., 1989.
[2] “Qui
parmi nous n’est pas un homo duplex?” Charles Baudelaire, “La Double Vie”, L’Art Romantique, Editions d’Art Albert
Skira, Cenevre, 1945, s. 397. Baudelaire bu yazısında, Charles Asselineau’nun
yazıyla aynı adı taşıyan 1858 tarihli öykü kitabını değerlendirmektedir.
[3] R.L. Stevenson, Strange Case Of Dr Jekyll And Mr Hyde, 1886.
[4] Konuşmanın metni: Behçet Necatigil,
“Sanatçının Ruh Sayısı”, Bile/Yazdı,
YKY, 1997, s. 40-48.
[5] Bkz. Enis Akın, “Şiirde yeni hâlâ mümkün
mü?”, Natama, no.37, Ocak-Mart 2023,
s. 25.
[6] Selahattin Yusuf, Bir Masal İsmet
Özel’i, 2. Baskı, Profil Kitap, 2017, s. 154.
[7] Bkz. İsmet Özel, "Madımak Oteli’ni
yakanlar mı Pentagon’a saldırdı?", Gerçek
Hayat, Yıl: 2, no. 2001-47 (57), 23 Kasım 2001.
[8] Hüseyin Etil, İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü, Küre Yay., 2019.
[9] https://www.tumblr.com/masumcetin/114614523774/naz%C4%B1m-hikmetin-tanya-%C5%9Fiirinin-%C3%B6yk%C3%BCs%C3%BC Erişim: Şubat 2023.
[10] Bkz. Necmiye Alpay, “Metin Altıok’ta
İşaretler”, Yaklaşma Çabası, 2.
Baskı, Edebi Şeyler Yay., 2018, s. 152-164.
[11] Sevda Geçen, “İsmet Özel şiirlerinde
baskı ve otorite düzenine yönelik başkaldırı”, 2003: https://www.academia.edu/44066691/%C4%B0SMET_%C3%96ZEL_%C5%9E%C4%B0%C4%B0RLER%C4%B0NDEBASKI_VE_OTOR%C4%B0TE_D%C3%9CZEN%C4%B0NE_Y%C3%96NEL%C4%B0K_BA%C5%9EKALDIRI_Sevda_GE%C3%87EN_1 Erişim: Ocak 2023.
[12] Le
Bateau ivre
Comme je
descendais des Fleuves impassibles,
Je ne me
sentis plus guidé par les haleurs :
Des
Peaux-rouges criards les avaient pris pour cibles
Les ayant
cloués nus aux poteaux de couleurs.
J’étais
insoucieux de tous les équipages,
Porteur de
blés flamands ou de cotons anglais.
Quand avec
mes haleurs ont fini ces tapages
Les
Fleuves m’ont laissé descendre où je voulais.
.................................
(Çeviri
benim.)
[13] İsmet Özel, “Otoyoldaki Kavşakta
Kavrulmuş Ruh Satıcısı”, Of Not Being A
Jew, IV. Baskı, Tiyo Yay., 2018, s. 317-319.
[14] İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, Çıdam Yay., 2. Baskı, 1988, s.
55.
[15] agy.,
s. 291-316.
[16] https://www.youtube.com/shorts/FjLBlZr_RFM Erişim: Ocak 2023.
[17] Yirmi yaşından itibaren kaleme aldığı
1964-1985 arasında yayımlanmış poetika yazılarından bazılarını içeren iki
kitabı, yani Şiir Okuma Kılavuzu ve Waldo Sen Neden Burada Değilsin?, güç kaynağının
yalnızca şiir düşüncesi olmasıyla seçkinleşir. Anlatım düzleminde alabildiğine
klasiktir bu iki yapıt. Daha sonraki dönemlere ait yazılarında bu özelliklerin
az çok değişeceğini ve gitgide daha çok kurmaca niteliği kazanacağını
biliyoruz.
[18] 10 Ekim 2005 tarihli bir konuşma: https://www.youtube.com/watch?v=s02T28kidJM
Erişim: Ocak 2023.
[19] https://www.youtube.com/watch?v=KtUmMgQYR98 Erişim: Ocak 2023.
[20] https://www.youtube.com/watch?v=m8Ze86f6uxI Erişim: Ocak 2023.
[21] İsmet Özel, Dil ile İkrar, Tiyo Yay., 3. Baskı, s. 547.
[22] Verlaine’in sıfatı yakıştırdığı şairler:
Tristan Corbière, Arthur Rimbaud, Stéphane Mallarmé, Marceline
Desbordes-Valmore, Villiers de ‘l’Isle-Adam ve bir de “Pauvre Lélian”, yani
Verlaine’in kendisi.
Listedeki tek kadın
şair olan Marceline Desbordes-Valmore için bkz. Necmiye Alpay, Yaklaşma Çabası, 2. Baskı, Edebi Şeyler
Yay., 2018, s. 269-271.
[23] T.S. Eliot ve Ezra Pound için bkz. “Bak
Postacı Geliyor Dala Çık Devşir Kiraz”, Of
Not Being A Jew, 2017 baskısı, s. 191. Henri Michaux için bkz. aynı kitapta
“MICHAUXNUNKIMI” adlı şiir.
[24] Reys
Netos: mutlakiyetçi dönem kralları.
https://www.neoprofs.org/t11558-reys-netos-les-poetes-maudits-de-verlaine Erişim: Ocak 2023.
[25] “Absolus
par l’imagination, absolus dans l’expression, absolus comme les Reys Netos des
meilleurs siècles.
Mais maudits ! Jugez-en.”
https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/bpt6k319355v/f13.image.r=Po%C3%A8tes%20Maudits?rk=21459;2# çeviri benim. Erişim: Ocak 2023.