Ödüller

[Varlık dergisinin soruşturmasına yanıt, Aralık 2006]
                                       Ödüllere dair
Derginin soruları:
- - - - - - - -
ÖDÜLLER ELEŞTİRİ KURUMUNUN YERİNİ Mİ ALIYOR?
*Ödüller çağında yaşıyoruz. Her yıl gösterime giren filmlerin toplam sayısından çok sinema ödülü verildiği söyleniyor. Müzik alanında Michael Jackson bugüne dek 240 ödül almış, mimar Frank Gehry’nin 130, yazar John Updike’ın 39 ödülü var! Ödül çılgınlığının kültürel değerleri belirlemede ve beğenileri şekillendirmede eleştiri sanatının yerini aldığı ileri sürülüyor. James English, “The Economy of Prestige: Prizes, Awards, and the Circulation of Cultural Value” (Prestijin Ekonomisi: Ödüller ve Kültürel Değerin Dolaşıma Girmesi, Harvard University Press, 2005) adlı kitabında bir tür kültürel cinnet noktasına yaklaştığımıza dikkat çekiyor ve “Bir tek gün geçmiyor ki, yeni bir ödülün verilmeye başlandığı duyurulmasın!” diyor. Tabii ödül söz konusu olunca; prestijin ekonomisi, kültürel değerlerin dolaşıma girmesi, ödüllere sponsor olan/olabilen kuruluşlar, şöhret, ticaret, kazanmak veya kaybetmekle bir ilgisi olmayan edebiyatın başarı cenderesine sokulması ve küreselleşme gibi temalar çerçevesinde birçok soru akla geliyor. Ödüllerin günümüz kültür alanındaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
*Ödüllerin Türkiye’de son onyıllarda izlediği seyre baktığımızda, özellikle yeni yazarların önünü açan olumlu bir işlevi olduğunu görüyoruz. Öte yandan ‘ödül enflasyonu’ndan söz edip, bu durumun ödüllerin değerini düşürdüğünü savunanların sayısı da bir hayli fazla. Tabii küresel ödül sistemiyle birleşmeye başladığımıza dikkat çekenler de var. Edebiyat ortamımızda sizce ödüllerin yeri nedir? Eleştiri kurumunun yerini aldığını söyleyebilir miyiz? 
- - - - - - - -

Award! Grand prix! Ödül! Her gazete okuru bu sözcükleri tanıyor artık gerçekten de. İster arka sayfa, ister kültür sayfası, isterse spor sayfası okuru olsun, kaçış yok. Ödüller elbette yarışma biçiminde. Habire yarışılıyor.
   Bu konuda, belleğime kazınan çok yeni bir görüntü var, sorunuzun yüklediği anlama uygun bir görüntü: Bir TV programında Türk ve Yunanlı, kadınlı erkekli iki takım, dayanıklılık ("Survivor") yarışında. Belleğime kazındı dediğim sahnede, iki takıma mensup dört genç, sırayla, elleri arkadan bağlı olarak, bir masanın üzerine sıralanmış on beş kadar fare ölüsünü ağızlarıyla bir bir alıp koşa koşa on on beş metre ötedeki fıçıya götürüyorlar. Fıçıyla yarışmacının arasında bir engel var ve yarışmacı ağzındaki fareyi bir metre kadar uzaktan fırlatıp fıçıya isabet ettirmek zorunda. Süre saniyelerle sınırlı. O sürenin içinde fıçının içine en çok fare atan, yarışmaya devam hakkı kazanacak. İşin ucunda bir para var (yanlış anlamadıysam 50 bin YTL), ama o da hemen değil, devam eden yarışın kazanılmasına bağlı olarak!
   İnsanın aklına Horace Mccoy'un "Atları da Vururlar"ı geliyor ama, oradaki yarışma hiç değilse dans yarışmasıdır ve daha da önemlisi, dönem kapitalizmin 1929 büyük bunalım dönemidir, yani serde açlık vardır. Orada trajik olan, insanların açlıktan biraz olsun kurtulabilmek için, aç karnına yirmi dört saat, kırk sekiz saat, daha uzun süre "dans" etmeye razı olmasıdır. "Survivor"cılar ise açlıktan değil, para (ve belki ün) olasılığı için ölü fareleri ağızlarına alıyorlar. Dokuz fare, on fare, on bir fare... İmparatorluğun Romalılara sunduğu görüntüler yineleniyor ama, daha karmaşık bir düzeyde: Bir kere, bu kez her şey gönüllülük temelinde olup bitiyor. Yarışmada rol oynayan etmenler arasında kişilik çatışmaları, "sosyallik" vb de var. Yarışmacılar elemelerde oy sahibi vb.
   "Ödüllerin günümüz kültür alanındaki rolü" konusunda, geniş anlamdaki kültür açısından ulaşılan uçlardan biri bu.
   Daha dar anlamdaki kültüre gelecek olursak, oradaki ödüllerde de parasal yanın hiç önemi olmadığını söylemek zor. Bu açıdan "Atları da Vururlar" ile "Survivor"ın iki uçta yer aldığı bir eksen çizersek, günümüzün dar anlamdaki kültür alanında ödüller bazı katılımcılar için "Atları da Vururlar" tarafına yakın bulunabilir. Katılımcıyı ödüllere iten, doğrudan doğruya açlık değil elbette. Ama kitabını yayımlayamayan ya da bir sonraki kitabını yazabileceği bir geçim kaynağı denkleştiremeyenler için ödüller bir umut kaynağı olabiliyor.
   Ödüllerin, hem ayakta kalmalarında hem de ödül kurumu sayısının artmasında rol oynayan başka boyutlarından da söz edilebilir: 1) Katılımcılar açısından, kazanmanın getireceği üstünlük duygusunun çekiciliği; 2) bir eleştirmenler topluluğu tarafından verilecek hükme duyulan ihtiyaç; 3) yeni bir ödül kuranlar açısından, ödülün taşıyacağı adın yaşatılması (ne de olsa her ödül kurumunda en çok anılan ad, ödülün taşıdığı addır: Enka, Nobel ya da Behçet Necatigil).
   Ve belki dördüncü bir boyut olarak, otoriteye duyulan ihtiyacı düşünmek gerekir. Adayın niteliğini belirleyebilecek yetkinlikte, saygın büyüklere duyulan ihtiyaç. Yazarın o ödüle "layık" olup olmadığını, bazen de liyakat sahipleri arasında kaçıncı derecede olduğunu kararlaştıracak kadar yetkin ve saygın büyükler. Korporatist duygular bence bunlar, çekidüzen ihtiyacı.
   Seçici kurul, yaptığı seçimle bir ileti de göndermiş oluyor kamuya. Bir çeşit yönlendirme.
Ödül mekanizmalarının eleştiriyle olan ilişkisine gelince: Ödüller çok kısa, çoğu kez fazlasıyla yuvarlak, dolayısıyla tevatüre açık bir gerekçeyle veriliyor; eleştirinin yerini tutması söz konusu bile olamayacak birkaç cümleyle. Üstelik, seçici kurul üyelerinden hangisinin görüşü olduğu, kimin muhalefet şerhi düştüğü de, en azından ilke düzeyinde, belli olmadan.
   Kişisel olarak, ödüllere öteden beri uzak duruyorum. Kitapların üstündeki ödül belirtimleri de itici geliyor bana. Ödüle adını veren kişi ya da kurum, bir damga olup kazanan kişinin adına, giderek yapıtına vurulmuş gibi geliyor. Yapıtla ilişkimde görmezden gelmeye çalışırım hep bu damgayı. Edebiyat toplumbiliminde üçüncü dereceden bir olgu sayarım.
Yine de, ödülden ödüle fark gözetirim elbette. Belirli durumlarda, belirli ödülleri kabul etmesi yazara ya da sanatçıya olumsuz puan kazandırır. Sözgelimi, baskıcı bir devletin verdiği "Devlet Sanatçısı" ödülünü kabul eden bir yazara (kişi olarak yazarın kendisine; yapıt başka mesele) saygı duymak zordur.
   Yılını unuttum ama, sözgelimi Orhan Pamuk'un böyle bir ödülü sessiz sedasız reddettiğini unutmadım. Her tür ödüle çok meraklı olan toplumumuzda bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı ileri gelenlerinin, yeni Nobel kazanmış Orhan Pamuk'u tam kadro görmezden gelmesini de unutmak niyetinde değilim.